Tû megû mârâ bedan şeh bâr nist,
Ba kerîman kâr hâ düşvâr nîst.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Keriminde Nahl suresinde, Habib-i Necibine hitaben:
Resul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz de Allah’ın bu emrini kemalile ve temamile ifa eylemiştir.
Müşrikleri böyle hikmet ve mevıza ile imana davet eylediği gibi, müminlere de aynı surette nasihatlerde bulunurdu. Hatta haftada bir gün kadınlara mahsus olmak üzere, bir vaaz tertip etmişti. Bu emr-i ilahi, Hazreti Peygambere farz-ı ayn idi. Ümmet-i Muhammed’in alimleri ve arifleri de lisanla olsun, kalemle olsun, halkı bu şekilde uyarmaktan geri durmadılar. Çünkü Al-i İmran suresindeki:
Yani: “Ey müslümanlar; sizden bir cemaat olsun ki, halkı hayra davet etsinler; hayırla ve iyilikle emredip kötülükten ve günahtan nehyetsinler.” ayet-i kerimesiyle vaaz u nasihat ve hayırlı işlere davet, kendilerine farz-ı kifaye olmuştur.
Din alimlerinin birer vazife olarak bizzat yerine getirdikleri bu emri; padişahlar, vezirler ve emirler şöyle dursun, halk tabakasından bir çokları da benimsemiş ve vasıtalı olarak bunu yerine getirmek için camilerde, mescitlerde vaazlar tertip etmişler, Allah rızası için vakıflar tahsis eylemişlerdir.
Din büyüklerinden, hem de şeriat ve tarikatın en büyüklerinden olan Hazret-i Mevlana da bu ilahi emri yerine getirmek için, Konya camilerinde vaazlar yaptığı gibi, şeriat hükümlerini ve tarikat adabını halka öğretmek için Mesnevi’yi nazmetmiştir. Bu mübarek kitap, İslam aleminin her tarafında büyük bir hürmet kazanmış ve müslüman mabedlerinde, yakın zamanlara kadar takrir olunagelmiş; Türkçe, Arapça, Acemce şerhleri yazılmış ve birçok yabancı dillere tercüme edilmiştir.
Hocam Mehmed Esat Dede Efendi, yarım asra yakın, Fatih Camiinde Mesnevi okutmuş, onun irtihalinden sonra, Karahisarlı Ahmed Efendi merhum, oraya Mesnevihan olmuştu. Onun vefatında bu işi, abd-i acize teklif ettiler. Aczimi söyledimse de dinlemediler. Adeta zorla götürüp hocamın yerine oturttular. Haftada bir gün ders yapmak üzere, 20 Ağustos 1339’dan 7Kanun-u Evvel 1341 tarihine kadar Fatih Camiinde, ikindi namazından sonra, Mesnevi takrir ettim. Sonra bu işten çekildim.
Daha sonra Süleymaniye Camiinde Kubad Çavuş namında bir zatın vakfetmiş olduğu Mesnevihanlık ciheti, layık olmadığım halde, acizinize teklif ve tevcih olundu.
Başkalarının yüzüme vurmasından evvel, kendimin itiraf eylediğim acz ve noksanımı size karşı da ikrar ederim. Hususiyle Mesnevi gibi pek derin bir kitabı anlayıp anlatabilmekte.
Pek iyi takdir edersiniz ki söz, dinleyenin anlayışına göre söylenir. Muhattap ne kadar anlayışlı olursa, konuşan da o nisbette yüksek söz söyler. Mesnevi öyle bir kitaptır ki, söyleyen Mevlana; dinleyen ve yazan ise halifesi bulunan Hüsameddin Çelebi’dir. İki arif arasında geçen o yüksek konuşmanın incelikleri, benim gafil idrakime tenezzül etmez de anlatamazsam, tabii görmeli ve beni mazur tutmalısınız.
Şurası da var ki, Hazret-i Mevlana, Mesnevide bir bahis açmış ve: “Cenab-ı Hak, dinleyenlerin himmetleri kadar, vaizlerin lisanına hikmet telkin eder. Dinleyenler ne kadar dikkatli dinlerlerse, vaizler de o kadar hikmetli söylerler.” sözünü şerheylemiştir.
HAZRET-İ MEVLANA KİMDİ?
Hazret-i Mevlana Celaleddin-i Rumi (Kaddesallahü sirrahu) Hicri takvimin 604 Rebiulevvelinde, Horasan’ın Belh şehrinde doğmuş, 68 yaşında ve 672 Cümazelahiresinde Konya’da irtihal eylemiştir. Kendisine Rumi denilmesi, o vakit Diyar-ı Rum tabir edilen Anadolu’da yerleşmiş olmasındandır.
Babası Sultan-ül-ulema Muhammed Bahaüddin Veled, onun babası Hüseyn-i Hatibi, onun babası Ahmed’ül Hatibi, onun babası Mahmud, onun babası Mevlud, onun babası Sabit, onun babası Müseyyeb, onun babası Mutahhar, onun babası Abdürrahman, onun babası da Hazret-i Ebu Bekir Radiyallahu anh’dir.
Şu hesapça Hazret-i Mevlana, Hazret-i Ebubekir’in onbirinci torunudur.
Sıddık-i Ekber neslinden gelen Mevlana’nın anne cihetinden de seyitliği vardır. Çünkü ecdadından Ahmed-ül-Hatibi; Şems-ül-Eimme Abdullah-i Serahsi’nin kerimesi Firdevs Hatun’u almış; cedd-i Mevlana Hüseyn-ül-Hatibi, ondan doğmuştur. Şems-ül-Eimme ise, Sülale-i Nebeviyyedendi. Keza ecdadından Mutahhar, meşhur İbrahim Ethem’in; cedd-i Mevlana Hüseyn-i Hatibi de; Harzem Şahı Alaüddin’in kızını almış oldukları için, o neseb-i kerime suri bi asalet de karışmıştır.
Hazret-i Mevlana beş yaşında iken, babasıyla birlikte Belh’ten çıkmış, Hacca gittikten ve biraz seyahat ettikten sonra, bir müddet Erzincan’da oturmuş, daha sonra Larende, yani bugün Karaman denilen şehre gelmiş, nihayet Konya hükümdarı Alaüddin-i Selçuki’nin Sultan-ül Ulema’yı daveti üzerine, Konya’ya yerleşmişti. Konya’da, Halep’te, Şam’da Şeyh-ül Ekber Muhyiddin-i Arabi hazretleriyle görüştü. Pederinden sonra, pederinin halifesi Seyyid Burhaneddin-i Muhakkık-i Tirmizi’den süluk gördü ve Hazret-i Seyyid’den hilafet aldı. Konya’da ders okutur, halka-i tedrisinde yüzlerce talebe bulunur, asrındaki alimlerin en üstünü tanınır ve Mevlana-yı Rumi diye anılırdı.
Daha sonra Şems-i Tebrizi hazretleri ile görüştü. Şems namına bir çok gazeller ve manzumeler söyleyerek o ümmi arifin namını ebedileştirdi.
“Öyle rahşende ki ol şem’a-i nur,
Şems-i Tebriz ona pervane olur.”
Çeşitli eserlerinin en meşhuru, Kitab-ı Mesnevi’dir. Yirmibeş binden fazla beyti ihtiva eden bu eser-i celil, Hüsameddin Çelebi’nin talebiyle meydana geldiği için, bir ismi de Hüsami-name’dir. Nitekim altıncı cildin başında: “Senin gibi bir allamenin cazibesiyle Dünyada bir Hüsami-name dolaşmaya başladı.” demiştir.
Hüsameddin Çelebi, Hazret-i Pir’in halifesidir. Mevlana’nın irtihalinden sonra, onun makam-ı irşadına oturmuştur. Mesnevi’nin tanziminden evvel, Mevlevi müntesipleri Şeyh Attar’ın Mantık-ut Tayr’ı ile, Hakim Senai’nin Hadika’sını okurlardı. Çünkü Hazret-i Mevlana, bu iki eseri takdir eder, Hadika ile sahibi arifini, Mantık-ut Tayr ile nazım-ı kamiline tercih eylerdi.
Hüsameddin Çelebi, o iki kitap tarzında bir eser tertibini Hazret-i Mevlana’ya rica etti. O da:
“Bana da öyle bir fikir ilham olmuştu” diyerek sarığının arasından çıkardığı bir kağıdı Çelebi’ye uzattı. Bu kağıtta, Mesnevi’nin baş tarafındaki onsekiz beyt yazılı idi. Sonra Mevlana tarafından söylenilmek ve Çelebi tarafından yazılmak üzere tanzim ve tahrire devam edildi. Birinci cilt 660 tarihinde hitam buldu. O sırada Hüsameddin Çelebi’nin ailesi vefat etti. Kendisi de bazı manevi tecelliyata mazhar olduğu ve cezbe halinde bulunduğu için yazmaya devam edemedi. İki sene sonra, yani 662 senesinde, ikinci cilde başlanıldı. Altıncı cildin sonlarına kadar söylenilip yazıldı. Fakat o ciltteki Şehzadegan hikayesi tamam olmadan Hazret-i Mevlana sustu. Çünkü ömrünün sona erdiği kendisine malum olmuştu. Büyük oğlu Sultan Veled Mesnevi’ye bir hatime yazdı ve hadiseyi anlattı. Altıncı cildin başındaki:
Pişkeş mi aremet ey ma’nevi
Kısm-ı sadis der temam-ı mesnevi
beytinden de anlaşılacağı üzere Mesnevi kitabı, altı cilt, yahut altı defterden ibarettir. Sonra yedinci cilt diye bir kitap meydana çıkmış, Şarih-i Mesnevi Şeyh İsmail Ankaravi tarafından da şerhedilmiştir.
Ankaravi merhum, ya mecburen, yahut hüsn-ü te’vil gayretleriyle şerhettiği bu uydurma Mesnevi’yi, 1035 tarihinde sahaflardan aldığını ve 814 tarihinde istinsah edildiğini söyler. Fakat eserin nazımı ma’lum değildir. İfadesine nazaran, tasavvuf düşmanı bir müteassıp olduğu anlaşılır. O kadar ki, Muhyiddin-i Arabi gibi ekabir-i ümmetin en büyüklerinden olan bir zat için:
Şeyh-i ekber nist şeyh-i ekferest
yani: “Büyük şeyh değil, en büyük bir kafirdir.” demek küstahlığında bulunmuş; zavallı, ne maksatla yazmışsa, eserile namını ibka edememiştir. Tarik-i Dünya papazlar hakkında nazil olmuş olan:
Yani: “Kendileri muhakkak iyi yapıyorlar sanarak, dünya hayatında sa’yleri boşa gitmiş olanları size haber vereyim mi?” ayeti, o nazım hakkında da okunabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder